Sanatın Başlangıcı ve Kaynakları

Çağlar Erbek
0

Fransa Chauvet Mağarası, yaklaşık 30-32 bin yıl öncesi

Neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir sanat. İlkel topluluklardan günümüze kadar uzun bir geçmişi vardır. Sanat her şeyden önce bir anlatım tarzıdır. Bu anlatım tarzı da belli bir çalışma süreci ile ortaya çıkmaktadır. Çalışma ise insana özgü bir etkinliktir. Nitekim, insanın diğer hayvanlardan farklılaşması, ellerini kullanarak, doğaya karşı savaşımında kendisine yardımcı olacak aletleri yapmasıyla başlamıştır. Başlattığı çalışma süreci ile bir yandan doğayı değiştirirken, aynı zamanda kendisini de yaratmıştır.

Başlangıçta, doğada bulduğu taş, sopa gibi nesneleri olduğu gibi kullanmıştır. Uzanamadığı bir meyveyi sopayla düşürmeye, yiyecekleri taşlarla parçalamaya başlamıştır. Sonra, bu işler için en uygun nesneyi arayıp bulmaya başlamıştır. Yani, çeşitli seçeneklerin varlığını keşfetme, bu seçeneklerden birisini seçebilme ve nesneler arasında karşılaştırma yapma gibi yetenekleri gelişmiştir. Fischer, ‘Sanatın Gerekliliği’ adlı eserinde konu ile ilgili olarak şöyle diyor:

“Araçların kullanılmasıyla, kural olarak, artık hiçbir şey olanaksız değildir. Gerekli olan, daha önce erişilmeyene erişecek, başarılmayanı başaracak aracı bulmaktır. Doğa üzerinde yeni bir güç kazanılmıştır ve bu güç yetisi bakımından sınırsızdır. Büyünün, dolayısıyla sanatın köklerinden biri işte bu buluşa uzanır.”

İlk önceleri doğada bulunduğu haliyle kullandığı nesnelere şekil vermeye başladı. Doğada bulduğu ve yararlı olduğunu gördüğü bazı nesnelerin benzerini yapmaya başladı. Bir sonraki araç bir öncekine benzetilerek yapıldı. Zamanla ellerin yeteneği arttı, düşünce gelişti ve bu benzerini yapma işinde ustalaşmaya başladı. Benzerini yapma etkinliği nesneler üzerinde bir egemenliğin doğmasını sağladı. Bu üretim süreci bir yandan biyolojik gelişimini sağlarken, bir yan dan da düşüncenin ve çeşitli anlatım tarzlarını (en önemlisi, dilin) doğup gelişmesini sağladı. Dilin ortaya çıkışı üretim faaliyetinin ve toplumsal yaşamın gelişmesini sağladı.

Fransa Chauvet Mağarası, yaklaşık 30-32 bin yıl öncesi


Böylece insan, emeğiyle önce elini, sonra düşünceyi ve dili yarattı. Gelişmekte olan insan artık nesneleri yapmadan önce kafasında tasarlamaya başladı. Yalnızca benzerini yapmakla kalmadılar, nesnelere, düşündükleri gibi, istedikleri gibi şekiller vermeye başladılar.

“Emeği insan türüne özgü bir biçimde düşünmek zorundayız. Örümcek bir dokumacınınkine benzeyen bir iş yapar. Arı ise hücresini yaparken gösterdiği ustalıkla birçok mimarı utandıracak güçtedir. Ama daha başlangıçta en beceriksiz mimarı bile en usta arıdan ayıran şey, mimarın hücreyi balmumuna dökmeden onu kafasında kurmuş olmasıdır. Çalışma süreci, işe başladığında emekçinin kafasında var olan, bir düşünce olarak var olan, bir şeyin yaratılmasıyla sona erer. Emekçinin yaptığı doğal nesnelere sadece bir biçim değişikliği vermek değildir; aynı zamanda, kendi dışında varolan doğa içinde, kendi amacının -davranışlarını yasalarla yöneten amacın- kendi istemi (iradesi) ile bağ kurması gereken amacın ne olduğunu anlamaktır.”

Üretim sürecinin bu şekilde gelişimi, bir yandan insanın yaratıcılığını ve aklını öne çıkarırken, bir yandan da toplumsal gelişimin dinamiklerini yaratıyordu. Bu süreç, aynı zamanda, insanın doğaya karşı egemenlik kurma savaşımında önlenemeyen yükselişinin de başlangıcı olmuştur.

Çağlar Erbek, İzmir 1997

Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)