İspanya Altamira Mağarası, yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait. |
Soy, sop, klan düzeninin egemen olduğu ilkel topluluklarda insanlar, avcılık ve toplayıcılıkla yaşamlarını sürdürüyorlardı. Ortaklaşa bir yaşamın söz konusu olduğu bu toplumlarda, cinsiyete ve yaşa dayalı doğal bir işbölümü vardı. Daha güçlü ve dayanıklı olan erkekler genellikle ava giderken kadınlar, yaşlılar ve çocuklar barınağın yakınlarında bulunur, barınağın ve ocağın korunmasının yanı sıra yiyecek toplamak, balık avlamak gibi işleri de yaparlardı. Deneyimli yaşlılar aynı zamanda iş avadanlıklarının yapımıyla ilgilenirdi. Böylece tüm topluluk üyeleri ilkel bir ortaklığın üyeleri olarak yaşamlarını sürdürmeye çalışırlardı.
Böylesi bir yaşam tarzı içerisinde, yaratıcılığın temel ögesi hiç kuşkusuz ki doğa olmuştur. Hayvanlar, bitkiler ve çeşitli doğa güçleri insanların bilinçlerinde önemli yerler edinmişlerdir. Bilimin henüz ortaya çıkmadığı bu dönemlerde doğadaki her şeyin insan kafasında mistik bir yeri vardı. Öyle ki doğa güçlerinin, bitkilerin, hayvanların, tıpkı insan gibi düşünüp konuşabildiklerine inanıyorlardı.
İnsan, doğaya karşı mücadelesinde oldukça zayıf ve acizdi. Doğayı
tanımıyor, onu denetleyemiyor ve ondan korkuyordu. Bu nedenledir ki doğa
güçlerinin desteğini aramış ve her geçen gün ona biraz daha bağımlı hale
gelmiştir. İşte bu noktada insan büyüye başvurmuş ve büyü yoluyla doğayı
etkilemeye çalışmıştır. Doğal güçleri imgeleştirmenin kaynağının önemli oranda
bu pratik yaşam zorunluluğu olduğu bilinir.
Fransa’da Lascaux Mağarası, yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait. |
Bu dönemde, benzerini yapma ile sanat arasında sıkı bir ilişki vardır.
İnsanlar, hayvanların benzerini mağara duvarlarına, kayalara, ağaç kabuklarına
resmediyor ya da yontularını yapıyorlardı.
Ayrıca yine hayvanları taklit ederek danslar ediyor, çeşitli sesler çıkarıyorlardı. Böylece doğaya karşı bir zorunluluktan doğan imgecilik gelişiyordu.
İlkel topluluklarda görülen sanatsal etkinlikler estetiksel boyuttan yoksundu ve bu nedenle de çağdaş anlamda sanat olarak değerlendirmek doğru değildir. Bununla birlikte sanatın ve sanatçının doğuşunun burada aranması gerektiği ise reddedilemeyecek bir gerçektir.
Ayrıca yine hayvanları taklit ederek danslar ediyor, çeşitli sesler çıkarıyorlardı. Böylece doğaya karşı bir zorunluluktan doğan imgecilik gelişiyordu.
İlkel topluluklarda görülen sanatsal etkinlikler estetiksel boyuttan yoksundu ve bu nedenle de çağdaş anlamda sanat olarak değerlendirmek doğru değildir. Bununla birlikte sanatın ve sanatçının doğuşunun burada aranması gerektiği ise reddedilemeyecek bir gerçektir.
Çağlar ERBEK