Dr. Çağlar ERBEK
Çağdaş toplum, çağdaş bireylerden oluşur. Bireyin kendini aşma, çağa ayak
uydurma süreci, toplumun temel gelişim dinamiklerindendir. Buradan hareketle,
bireylerin değişen dünyaya ayak uydurabilme çabalarının önünde bulunan
engellerin kaldırılmasının önemini vurgulamak gerekir. Kişisel hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınması, bireyi ikinci plana iten yaklaşımların
kabul edilmemesi ilkesi bir bütün olarak benimsenmelidir.
Mesele ağaçlara bakıp ormanı görememek değil, ormana bakıp tek tek
ağaçları ayrımsayamamaktır. Her ağacın kendine özgü bir güzelliği vardır.
Farklı özellikleri, ihtiyaçları, beklentileri vardır. Ormanın zenginliğini
oluşturan da işte bu farklılıklardır. Bu zenginliği korumak ve geliştirmek,
farklılıkların yaşamasına olanak tanımakla olur.
Yeni bir dünya yaratmak önemli bir iddiadır. Bu iddia sahiplerini oldukça
çetin bir süreç beklemektedir. Yeni bir dünyanın yaratıcıları her zamankinden
daha büyük engellerle mücadele etmek zorundadırlar. Elbette ki bu mücadelede
temel kılavuz her zaman bilim olmalıdır. Gelecek ancak bilimsel temeller
üzerine oturan kuramlarla daha yaşanılabilir kılınabilir. Bunu yaparken sanatı
ve yaşama sanatsal yaklaşımı da göz ardı etmemek gerekir.
Geçmişi bir bilim insanı nesnelliği ile irdelemek, geleceği bir
sanatçı duyarlılığı ile yoğurup yaratmak gerekir. Yaşam ancak bir bilim
adamı nesnelliği ile kavranabilir ve ancak bir sanatçı duygusallığı ile daha
yaşanılabilir hale getirilebilir.
Çağdaş toplum ve çağdaş insan kavramları, aslında bize hiç de uzak
olmayan kavramlardır. Üzerinde yaşamakta olduğumuz coğrafya; değişime, yeniliğe
hiç de kapalı değildir. Yüzyıllar boyu hüküm sürmüş büyük bir imparatorluğu
tarihe gömüp yepyeni bir cumhuriyet devleti kurmaktan çekinmeyen bu toplumun
özündeki değişimci, yenilikçi niteliği görmemek doğru değildir.
Tarihimizi, kültürümüzü çok iyi tanımalı ve geleceği bu temeller üzerine
şekillendirmeliyiz. İşte bu noktada, sanat tarihi, bizlere inanılmaz bir
zenginlik ve serbestlik alanı sunmaktadır. Son derece zengin birikimleri
kapsayan sanat tarihi, önemli bir tarihsel işlev yerine getirebilir.
Toplumumuzun ve insanlarımızın geçmişi ile geleceği arasındaki sıkı bağı ortaya
koyup, daha çağdaş, daha yaşanabilir bir toplumun gelişmesine katkıda
bulunabilir. Yeter ki ideolojik bağnazlıklardan, dar görüşlülüklerden sıyrılıp
tarafsız, bilimsel bir bakış açısıyla irdeleyip geleceğe ışık tutma çabası
gösterelim.
Geçmişi aydınlatmadan, aydınlık bir gelecek yaratabilmek söz konusu olamaz.
Sanatını tanımayan toplum, geçmişini de tanımıyor demektir. Sanat toplumun
yaşam damarlarından biri ise bu damarın iyi çalışmasını sağlamak da bizlerin
görevidir.
Yenidünya sistemi, bilimi rehber edinmiş, sanatla yaşamın içiçeliğini
kavramış, eğitimli, bilinçli bireylerden oluşan çağdaş toplumlar tarafından
yaratılacaktır. Gelecek, çağdaş ve genç beyinlerin eseri olacaktır. Eğitim,
bilim ve sanat bu süreçte en yaşamsal öneme sahip alanlardır. Bu alanlarda
ilerleme kaydedemeyen toplumların bu süreçte önemli bir yer edinemeyeceği
açıktır. Toplumlar bir yol ayrımındadırlar: Ya çağdaş toplumlarla aynı safta
yer alıp birlikte dünyanın geleceği üzerine söz sahibi olacaklar ya da ikinci
sınıf bir dünya vatandaşı olmaya boyun eğeceklerdir.
Hiç kuşkusuz ki sanat; çürümüş, kokuşmuş bir toplumsal sistemin savunuculuğunu
yapmayacaktır. Aksine topluma, yokluktan, yoksulluktan, yozlaşmadan, bunalımdan
kurtulmanın gerekliliğini ve yöntemlerini gösterecek, değişimde önemli bir rol
üstlenecektir. Bu durum, sanatın özünde yatan ilerici nitelikten
kaynaklanmaktadır.
Toplumsal değişim sürecinde sanatın rolü koşullara bağlı olarak her dönemde
aynı etkinlikte olmasa da her dönemde niteliği gereği hep yenilikten,
değişimden yana olacaktır. Bu nedenle sanata ve sanatçıya verilen değer,
toplumun geleceğine verilen önemle aynı değerde olmalıdır. Sanatının ve
sanatçısının değerini bilmeyen toplumların çağdaş dünyada yeri olmayacaktır.
Eğitim sistemini çağdaş normlara uygun hale getirmek, bilime ve bilimsel çalışmalara gereken önemi ve desteği vermek yaşamsal öneme sahiptir. Bilimi her türlü ideolojik kaygıdan uzak tutup yalnızca gerçeğin peşinde koşan bir bilim anlayışını egemen kılmak gerekmektedir. Ancak o zaman tarihimizi, kültürümüzü, sanatımızı gerçek boyutları ile kavrayabilir ve geleceğe daha umutla bakabiliriz. Çağdaş dünyada saygın bir yer edinmenin yolu buradan geçmektedir.