SANAT TARİHİ VE TOPLUMBİLİM

Çağlar Erbek
0

 


Dr. Çağlar ERBEK

Ülkemizde gerçekleştirilmekte olan sanat tarihi araştırmalarında sanat ile toplum arasındaki sıkı bağın ne derece göz önünde bulundurulduğu tartışma götürür. Bu bağın yeterince algılanamaması ve araştırmalarda gerekli bu ilişkiye gerekli özenin gösterilmemesi yapılan çalışmaların güvenirliliğini gölgeleyebilmektedir. Tarihsel süreç içinde belli bir toplumun sanatını anlamanın yolu o toplumu her yönüyle tanıyabilmekten geçer. Bu gereklilik; sanatın, toplumun yaşam tarzının bir yansıması olması gerçeğinden doğmaktadır. Sanatı tarihsel ve toplumsal koşullardan ayrı olarak ele almaya çalışmak büyük bir yanılgıdır. Buradan hareketle, sanat tarihimizde var olan pek çok sorunun kaynağının burada yatmakta olduğunu söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Toplumbilim, tarih, felsefe, psikoloji, ekonomi gibi bilim dallarına gereken önem verilmediği ve yeterince yararlanılmadığı takdirde, sanat tarihimizdeki birçok karanlık nokta aydınlanamayacaktır.

Sanat ile toplumsal yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. Sanat, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel yapıya bağlı olarak biçimlenir. Toplumsal bir olgu olan sanat, bir üst yapı ürünüdür. Toplumsal üst yapıyı belirleyen, alt yapıdır. Yani bir toplumdaki egemen üretim biçimi ve üretici güçler arasındaki ilişkilerin belirlediği üst yapı ürünlerinden biri de sanattır. Sanat, hem toplumsal alt yapı hem de üst yapı ile sürekli etkileşim içindedir. Bu değerlendirmeden hareketle, toplumun yaşam tarzını bir bütün olarak kavrayamadan sanatını açıklayabilmek olanaksızdır. Sanatı toplumsal yaşamdan ayrı olarak ele almaya çalışan anlayışlara karşın bilimsel yaklaşım, toplumsal bir olgu olan sanatı toplumdan ayrı olarak ele almaz.

Giotto, Ölü İsa'ya Ağıt, 1306, Cappella degli Scrovegni, Padova.


Toplumsal yapıdan etkilenirken aynı zamanda da onu etkileyen ve geliştiren unsurlardan biridir sanat… Toplumsal gelişmelere, dönüşümlere katkıda bulunmuştur. Bununla birlikte sanatın toplumsal işlevini değerlendirirken özenli davranmak gerekmektedir. Ancak dikkatli bir çaba ile söz konusu etkileri doğru bir biçimde açıklamak mümkün olacaktır.

Sanat ve sanat tarihi araştırmalarında, toplumbilimsel yaklaşımların gerekliliğine değinmenin hemen ardından, ülkemizde pek de eski olmayan ‘sanat toplumbilimi’ kavramı üzerinde kısaca durmakta yarar var.

Selçuk Mülayim, ‘Sanat Tarihi Metodu’ adlı eserinde şöyle diyor:

“Sosyoloji, toplumları, sanat tarihi ise insan toplumlarının ürünlerini inceler. Bu belirlemeye göre, toplum içindeki insan, özellikle sanatçının durumunu ele almak, toplum yapısıyla birlikte düşünülmesi gereken bir olaydır.


 İnsanın yarattıklarını incelerken onun, evrensel bir yaratık olması yanında, ulusal, toplumsal bir varlık olduğu da belirlenince; yaratıcı bireyin anlaşılmasında, onun bağlı olduğu toplumsal yapı da önemle ele alınmaya başlanmıştır.”[1]


Yazar daha sonra H. Taine’den şu sözleri aktarıyor:


“Bir toplumun, toplumsal ve entelektüel durumu, sanatçı için bir standart oluşturur; sanatçılar, toplumdan izole yaşayamazlar.”[2]


Mülayim daha sonra ise sanat toplumbilimini, belirli toplum biçimleri ile sanatın bunlara bağlı olan tipleri arasındaki ilişkiyi araştırmaya yönelen bir bilim dalı olarak yorumlamaktadır.

Prof. Dr. Özer Ozankaya, ‘Toplumbilim Terimleri Sözlüğü’nde sanat toplumbilimini; toplumlardaki, toplumsal kümelerdeki sanat etkinliklerinin özelliklerini, toplum yapısının belli başlı kesimleriyle arasındaki ilişkileri, güzellik anlayış ve anlatımlarındaki değişmeleri düzenlilikleri içinde incelemeyi amaçlayan toplumbilim kesimi olarak tanımlamaktadır.

Bruegel, Oyun Oynayan Çocuklar, 1560, Kunsthistorisches Museum, Viyana.


Prof. Dr. İbrahim Armağan ise ‘Sanat Toplumbilimi’ adlı eserinde sanat toplumbilimini şöyle açıklıyor:

 

            “Sanatın estetiksel haz verme işlevi yanında, iletişimsel bir işlevi, eğitimsel bir işlevi, kültürel bir işlevi, bir bilinçlendirme işlevi, bir aydınlatma işlevi ve genelde bir toplumsallaştırma işlevi vardır.


            Sanat toplumbilimi, sanatı bu bağlamda, yani toplumsal yapıdaki değişme süreci içinde ele alan, irdeleyen, inceleyen ve açıklamaya çalışan bir toplumbilim dalıdır.”[3]

 


Armağan, bu tanımlamanın ardından sanatın toplumbilimsel açıdan ele alınıp incelenmesine 20. yüzyılda başlandığını, 1950’lerden sonra toplumbilimcilerin, genelde sanatı ve özelde de sanat dallarını incelemeye yöneldiklerini ve günümüzde sanat toplumbiliminin yavaş yavaş toplumbilimin özel bir dalı olmaya başladığını söylemektedir. Ayrıca, ‘genel sanat toplumbilimi’, ‘müzik toplumbilimi’, ‘yazın toplumbilimi’, ‘tiyatro toplumbilimi’ gibi sanat toplumbilimi dallarının ortaya çıktığını vurgulamaktadır.[4]

İnsanlık tarihinde sanatın önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Toplumların gelişmesinde ve dönüşmesinde sanatın önemli bir rolü olmuştur. Sanat, hem toplumsal yapıdan ve toplumsal gelişmelerden etkilenmiş, hem de onu etkilemiştir. Nitekim sanat, içinde doğduğu toplumun değerleri üzerinde serpilip gelişir ve aynı zamanda özünde taşıdığı ilerici niteliği ile de topluma yol gösteren, onu ileri taşıyan bir rol üstlenir.

Bir toplumun maddi üretim tarzı o toplumun yaşam tarzını belirler. Egemen üretim ilişkileri, toplumsal ilişkilerin de belirleyicisidir. Bu tespit, tüm üst yapı ürünlerinin incelenmesinde alt yapının temel alınması gerekliliğini doğurmaktadır. Bir üst yapı ürünü olan sanatın da temel belirleyici etkeni, içerisinde oluştuğu toplumun maddi üretim tarzı ve üretim ilişkileridir. Belli bir toplumun sanatını incelerken, tarihsel ve toplumsal koşulları çok iyi irdelemek ve bunu yaparken de üretim ilişkilerini temel hareket noktası olarak almak gerekir.


Gauguin, Cafede, 1888, Pushkin State Museum of Fine Arts, Moskova


Sanatçının mevcut üretim ilişkilerindeki, toplumsal yaşamdaki konumu çok önemlidir. Bu önem, sanatçının yaşadığı tarihsel, toplumsal koşullardan soyutlanmış olarak düşünülemeyeceği gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Sanatçı her şeyden önce bir bireydir ve tüm diğer bireyler gibi yaşadığı toplumsal ortamdan etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu toplumsal etkiler elbette ki sanatına yansıyacaktır. Bu nedenle de sanatçının içinde bulunduğu tarihsel, toplumsal koşulları ve üretim ilişkilerindeki konumunu bilmeden sanatçıyı ve sanatını anlamak mümkün olmayacaktır.

İlkel topluluklarda daha çok büyüsel ve dinsel bir nitelik taşıyan sanat, insanların doğaya karşı savaşımlarında en önemli silahlardan birisi olmuştur. Toplumsal gelişmelere paralel olarak sanatın işlevi de genişlemiştir.


[1] Selçuk MÜLAYİM., Sanat Tarihi Metodu, İstanbul 1983, s.140

[2] S. MÜLAYİM., ay.es., s.141

[3] İbrahim ARMAĞAN., Sanat Toplumbilimi, İzmir 1982, s.30

[4] İbrahim ARMAĞAN., a.g.e, s.30



Yorum Gönder

0Yorumlar

Yorum Gönder (0)